Nefes kesecek 97 dklık film sizleri bekliyor. Submarine , Ben Stiller,Sally Hawkins,Paddy Considine,Noah Taylor,Yasmin Paige gibi isimlerle daha bi keyifli hale geliyor. 2010 yapımı filmi Richard Ayoade yönetmiştir. Filmin yönetmeni ise Richard Ayoade . Submarine konusu ise ; Bir sonraki doğum gününe kadar bekaretini kaybetmeyi ve dans öğretmeni için babasını terketmeyi planlayan annesini kararından vazgeçirmeyi amaç edinmiş 15 yaşında bir delikanlının hikayesini anlatan bir komedi.
It Crowd’un sempatik sosyopatı Moss’un yönetip müziklerini de arkadaşı Alex Turner’a yaptırdığı, bununla da yetinmeyip baş rolü Turner’in ergenlik hali Craig Roberts’a oynattığı bu güzel film esasında aşina olduğumuz bir hikayeyi anlatmakta. Tıpkı Rushmore’daki Max Fischer gibi erken olgunlaşmış, bilgili ama sosyal yönü zayıf çocukların hikayelerine alışığız biz. Salinger’ın Glass ailesi ile tanışmış olanlar, Türkiye’deki Oğuz Atay sonrası kuşak bu bilgili ama huzursuz karakterlere oldukça aşina. Oturup da en büyük sorunlarını bile kendi içinde bir ironi ve alaycılık barındıran bir dille aktaran ve bir türlü işleri yoluna koyamayan erkek çocuklarının hikayeleri bana kalırsa bilgi çağının en etkili dramı olabilir. Zaten şu an ağlıyorum göremeseniz de…
Filmde Oliver’ın babasının söylediği “su altında yaşıyormuş gibi hissediyorum” çok manidar bir söz. Ansiklopedi girileri okuyan Oliver’ın “ses ötesi” ile ilgili olarak okudukları durumu özetliyor aslında. “Ses ötesi, duyulamayacak kadar yüksek frekansta bir ses titreşimi. Yarasalar, yunuslar ve köpekler gibi bazı hayvanlar ses ötesi frekansı duyabiliyorlar. Ancak hiçbir insan duyamıyor. Hiç kimse gerçekten birinin ne düşündüğünü ya da hissettiğini bilemez.” Odasındayken sanki okyanusun ortasındaki ıssız bir adada yalnızmış gibi hisseden Oliver’ın su altındaki insanları Kafkaesk bir şekilde betimlemesi boşuna değil. Oliver’ın kendi ailesini, karşı cinsi, liseyi algılamaya çalışma çabası, 38 yaşına geldiğinde bu adadan kurtulup kurtulamayacağı ve tüm bunların bir anlam ifade edip etmeyeceği ise kimsenin doğru cevabı veremeyeceği bir soru. Sadece bu soruların bu kadar güzel sorulduğu bir film olduğu için bile Submarine’i izlemek lazım.
It Crowd’un sempatik sosyopatı Moss’un yönetip müziklerini de arkadaşı Alex Turner’a yaptırdığı, bununla da yetinmeyip baş rolü Turner’in ergenlik hali Craig Roberts’a oynattığı bu güzel film esasında aşina olduğumuz bir hikayeyi anlatmakta. Tıpkı Rushmore’daki Max Fischer gibi erken olgunlaşmış, bilgili ama sosyal yönü zayıf çocukların hikayelerine alışığız biz. Salinger’ın Glass ailesi ile tanışmış olanlar, Türkiye’deki Oğuz Atay sonrası kuşak bu bilgili ama huzursuz karakterlere oldukça aşina. Oturup da en büyük sorunlarını bile kendi içinde bir ironi ve alaycılık barındıran bir dille aktaran ve bir türlü işleri yoluna koyamayan erkek çocuklarının hikayeleri bana kalırsa bilgi çağının en etkili dramı olabilir. Zaten şu an ağlıyorum göremeseniz de…
Filmde Oliver’ın babasının söylediği “su altında yaşıyormuş gibi hissediyorum” çok manidar bir söz. Ansiklopedi girileri okuyan Oliver’ın “ses ötesi” ile ilgili olarak okudukları durumu özetliyor aslında. “Ses ötesi, duyulamayacak kadar yüksek frekansta bir ses titreşimi. Yarasalar, yunuslar ve köpekler gibi bazı hayvanlar ses ötesi frekansı duyabiliyorlar. Ancak hiçbir insan duyamıyor. Hiç kimse gerçekten birinin ne düşündüğünü ya da hissettiğini bilemez.” Odasındayken sanki okyanusun ortasındaki ıssız bir adada yalnızmış gibi hisseden Oliver’ın su altındaki insanları Kafkaesk bir şekilde betimlemesi boşuna değil. Oliver’ın kendi ailesini, karşı cinsi, liseyi algılamaya çalışma çabası, 38 yaşına geldiğinde bu adadan kurtulup kurtulamayacağı ve tüm bunların bir anlam ifade edip etmeyeceği ise kimsenin doğru cevabı veremeyeceği bir soru. Sadece bu soruların bu kadar güzel sorulduğu bir film olduğu için bile Submarine’i izlemek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder